Ne De Olsa Uzun Vadede Hepimiz Ölü Değil miyiz?

Umut Akovalı & Oğuz Tutal

Başbakan’ın ısrarına rağmen, merkez bankasının faizi yüksek tutma konusundaki katı tutumunun nedeni nedir? Ülkenin para politikasını yöneten, bağımsızlığının korunması koşuluyla devletin diğer kurumları ile koordinasyon içinde hareket etmesi gereken bir kurum nasıl olur da devleti yönetenlere ve onun aygıtlarına karşı tutum takınmış olabilir? Merkez bankası yönetimi hangi koşullar altında Başbakan’ın ekonomi başdanışmanı tarafından yeni Türkiye’ye inanmayanlar şeklinde eleştirilmeyi göze almış olabilir?[1]

Para Politikası Kurulunun, son dönemde duruma dair temel görüşü ve aldığı pozisyon, 22 Mayıs tarihli toplantı kararında ve 29 Mayıs tarihindeki finansal istikrar raporunda açıkça ifade edilmiştir. Rapor özetle şunları ifade etmektedir:

“Piyasalar ve ülke gündemine dair azalan belirsizlikler ve olası risk göstergelerine dair düşüşler olsa da, sıkı para politikası, enflasyon beklentileri ve enflasyonu etkileyen diğer unsurlarda belirgin iyileşme sağlanana kadar sürdürülmeye devam edecektir. Alınan kararlarda bu beklentiler ve mevcut riskler belirleyici olmuştur”[2]

Nitekim 4 Haziran 2014 tarihinde açıklanan enflasyon verileri Merkez Bankası’nın enflasyon endişelerini haklı çıkarır nitelikteydi. Tüketici fiyat endeksi Mayıs ayında yıllık bazda yüzde 0.40 artarak yüzde 9.66 olarak gerçekleşti. Üretici fiyat endeksi ise yüzde 11.28 oldu. Bunun yanında enflasyon eğilimini sürekli kılan unsurları tespit etmek amacıyla hesaplanan çekirdek enflasyon da yıllık enflasyonun üzerinde gerçekleşti.

İktidar kanadından yükselen keskin faiz indirimi seslerine rağmen PPK, 24 Haziran 2014 tarihli toplantısında politika faizinde 75 baz puanlık nispeten ölçülü bir indirime gitmiş, politikasında ısrarcı olduğunu göstermiştir. Söz konusu tarihe ilişkin PPK kararı enflasyon endişelerinin önümüzdeki döneme ilişkin olarak azalarak da olsa sürdüğünü ve ihtiyatlı yaklaşımın devam edeceğini de ifade etmektedir.

Merkez bankaları para politikasını diğer politika araçlarının yanı sıra, esas olarak politika faizi ile şekillendiriyor. Politika faizi (faizleri), merkez bankalarının bankalara uyguladığı, bankaların merkez bankalarından edindikleri fonların ortalama maliyetlerini, likidite imkânını etkilemeyi ve dolayısıyla parasal işlemleri dönüştürmeyi amaçlayan, bu şekilde merkez bankalarına piyasa ve ekonomiye tesir etme imkânı yaratan kısa vadeli faiz oranıdır (oranlarıdır). Politika faizi ve para politikasına ilişkin merkez bankaları tarafından oluşturulan beklenti, piyasa katılımcılarının fonlama maliyeti ve imkânlarını etkilediği gibi geleceğe yönelik bekleyişlerini ve dolayısıyla karar ve davranışlarını şekillendirmekte, çeşitli aktarım kanalları vasıtası ile piyasaları etkilemektedir.

Piyasalarda oluşan faizlerin vade yapısı, verim eğrileri vasıtasıyla izlenmektedir. Verim eğrisinin şekli, faiz oranlarının vade yapısı ve ekonominin geneli hakkında çıkarımlar yapmamıza imkân tanır. TCMB’nin faiz indirim kararının geldiği 22 Mayıs ve 24 Haziran tarihli toplantılar öncesinde piyasalarda gerçekleşen faiz oranlarından hesaplanan verim eğrisi aşağıdaki şekilde görüldüğü gibidir.[3]

Görüntü

Şekilde kısa vadeli faiz oranlarının yüksek olduğu, vade uzadıkça faiz oranlarının düştüğü ancak sonra uzun vadeye doğru yataya yakın bir şekilde arttığı görülmektedir. MB, para politikası kararlarında ve raporlarında belirttiği üzere enflasyonun mevcut yukarı yönlü eğilimini dizginlemek adına kısa vadeli faizleri yüksek tutmaktadır. Kısa vadeli faizler, orta ve uzun vadeli faizlerden halen yukarıda olsa bile 22 Mayıs tarihli toplantıda azaltılan politika faizinin 23 Haziran tarihinde yarattığı etki şeklin sol tarafında, kısa vadeli faiz oranları üzerinde görülmektedir. Orta ve uzun vadeli faizlerin MB kararına nispeten daha katı şekilde karşılık verdiği de şekilde görülebilmekte. Bunun ötesinde MB, orta vadede enflasyonda beklenen düşüş trendi ile faizleri indirebileceğinin sinyalini vermişti. Ekonomiye ilişkin diğer gelişme ve beklentiler veri iken, verim eğrisinin şeklinin MB’nın politika faizi ve beklenti politikasıyla uyumlu olduğu görülmektedir. Piyasada oluşan mevduat ve ticari kredi faizlerinin aynı özelliği gösterdiği dikkate alınırsa tüketim, tasarruf ve yatırımlarda kısa vadede yaşanabilecek olumsuzlukların diğer değişkenler sabitken orta ve uzun vadede ekonomik büyümeye olumsuz etkisinin kısıtlı olacağı çıkarımı yapılabilir. Bu açıdan bakıldığında söz konusu politikanın, örtülü bir vesayetin hükümeti zorda bırakmak adına giriştiği bir politikadan ziyade en yalın haliyle kısa vadede enflasyon endişelerini gidermeye, döviz kuru, kıymet fiyatları ve diğer ekonomik göstergelerde istikrar sağlamaya yönelik bir çabaya benzediği görülmektedir. Mademki söz konusu politika kısa vadede ekonomiyi soğutup, enflasyonu dengeleyecek, varlıkların yeniden fiyatlanmasında aşırılıkları engelleyecek, orta ve uzun vadede istikrarlı bir genel fiyat düzeyi sağlayarak ekonominin gidişatına olumlu katkı yapacak, o vakit Başbakan’ın sert çıkışının nedeni nedir? İktidarı kısa vadeli politikalara yakınlaştırıp orta ve uzun vadeli istikrardan ödün vermeye iten, “kısa vadecileştiren” şeyler nelerdir? Ulusal ve uluslararası yatırımcılar nezdinde merkez bankası bağımsızlığını şüpheli hale getirmek ve ekonomi yönetiminde ayrılıkçı görüşlerin peydah olduğu inancını yaratmak pahasına kısa vadede arzu edilen ekonomik sonuçlar nelerdir? Bu sonuçlar Türkiye için daha mı yararlıdır?

AKP’nin başarısının önemli nedenlerinin başında, iktidarı sürecince yaşanan yüksek ekonomik aktivite ve büyümeyi görebiliriz. Merkez bankasının faiz politikası enflasyonun azaltılması ve istikrara kavuşturulması adına, piyasa canlılığını ve ekonomik büyümeyi kısa vadede sekteye uğratabilir. Azalan yatırımlar şimdiden kendisini göstermeye başladı bile. 12 yıllık dönemdeki istihdamın ve sıcak paranın lokomotif sektörlerinden biri olan inşaat sektöründe geçen yılın aynı dönemine oranla hem konut satışları, hem iş başlangıçları, hem de istihdam önemli ölçüde azaldı[4]. Bu durum iktidar kanadında seçim endişesi yaratmış olacak ki Başbakan; “Halk, Merkez Bankası’na değil, bize hesap sorar. Reel yatırımların artması gerek” dedi. Refet Gürkaynak’ın da ifade ettiği gibi hükümet özellikle 2009’da yaşanan ekonomik daralmanın sandığa yansımasıyla seçmen tabanının kendisine zannettiği kadar bağlı olmadığını öğrenmiş durumda. Bu nedenle 2001 krizini takip eden dönemde uygulanan istikrar programını terk edip ekonomik büyümenin sürmesi için maliye ve para politikasının genişlemeci olmasını istiyor.[5] Üst üste karşısına çıkan krizlerle boğuşan Başbakan, Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi kendisinin ve partisinin sahip olduğu mevcut pozisyonu korumak için, oluşturulan göreli zenginliği ve imajı devam ettirerek sağlam pozisyon almayı istemekte. Amaç seçmeni etkilemekse Başbakan’ın söylemi doğru. Bu tutumla ilgili olarak, Ali Akarca 2011 yılında yaptığı çalışmada büyüme ve enflasyonun seçmenin oy davranışı üzerindeki etkilerini ölçmüş. Sonuç olarak da %1’lik ekonomik büyümenin, enflasyondaki 1 puanlık azalışa göre, seçmen üzerinde yedi kat daha etkili olduğunu ortaya koymuş.[6] Tabii, Başbakan’ın söylemlerinin, ideolojik bir dayanağı da olabilir. Belki de Başbakan, faiz lobisi ve finans sektörü ile bir savaş halindeyiz mesajını vererek, seçmeni nezdinde halk kahramanı imajını pekiştirmeye çalışıyor.

Bir tarafta MB, diğer tarafta Başbakan ve destekçilerinin olduğu bu tartışma aslında ekonomi yönetimimiz özelinde ülke yönetimine ve işleyişine ilişkin önemli ipuçları sunuyor, siyaset kurumumuzun ise olaylara yaklaşımını ortaya koyuyor. Karar alma mekanizmalarına işlemiş olan kısa vadeli ve günü kurtarmaya yönelik bakış açısı, medya ve diğer araçlar vasıtasıyla makulleştirilmekte, güçlü bir norm haline gelmekte. Hâlbuki faiz ile ilgili gelişmelerin sadece bize özgü olmadığı, diğer gelişmekte olan ülkelerin piyasalarında da benzer süreçlerin yaşandığı aşikâr. Brezilya, Güney Afrika, Endonezya ve Hindistan örnekleri incelenebilir. Ülkemizin diğer örneklerden sıyrıldığı nokta, Gezi Olayları, yolsuzluk soruşturmaları, ortalığa saçılan tapeler ile devam eden politik çalkalanmalar ve seçimlere dair duyulan kaygının, ekonomi yönetiminin kararlarını nesnel ekonomik gerçekliklere uymayan biçimde inşa etmeye eğilimli kılması. Kim bilir, bu faktörler olmasa ya da zamanında adım atılsa idi Ocak ayında yapılan artırımdan çok daha küçük bir faiz artırımı ile durum toparlanabilirdi ve bu tür tartışmalara hiç gerek kalmazdı. Uğur Gürses de faiz artırmakta yaşanan gecikmelerin daha büyük maliyetlere yol açtığını ifade etmişti.[7] Gerçi anı yaşamakta fayda var da diyebilirsiniz. Ne de olsa uzun vadede hepimiz ölü değil miyiz?

Notlar:

[1]Yiğit Bulut, 04.06.2014, Star Gazetesi. bit.ly/V8KnIE

[2] Yukarıdaki alıntıda para politikası kararı ve raporun bazı kısımları cımbızlanmış olup söz konusu cımbızlama işlemi bir eğilim yaratmak amacından ziyade yazıyı kısa tutarak daha az sıkıcı olmasını sağlamak amacını taşımaktadır. Şüpheli okuyucular kararların ve raporun tamamına www.tcmb.gov.tr sitesinden ulaşma imkanına sahiptir.

[3] Verim eğrisinin tahmini için Nelson-Siegel-Svensson yöntemi tercih edilmiştir.

[4]http://tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=16153

[5]Gürkaynak, R. S. “Gezi Olayları ve Türkiye Ekonomisi”. Ağustos 2013. İnternet Adresi:bit.ly/1pxrg4b

[6]http://www.iif.com.tr/index.php/iif/article/view/iif.2011.302.5374

[7] Uğur Gürses, 24.01.2014, Radikal Gazetesi. bit.ly/UEIC5z

Görsel: Horia Varian: https://flic.kr/p/7vEVHQ

Yorum bırakın